04-09-2017, 11:56 PM
Allah Resulü'nün Ebeveyni'nin Uhrevi Durumu
Ebeveyn-i Resul’ün (Allah Resulü’nün anne-babası) dinî durumu –özellikle- müctehid imamlar devrinden itibaren tartışılan bir konu olmuştur. Konu ile ilgili ayet ve hadislerin açıklamalarında müfessir ve şarihlerin görüş belirtmeleri, Ebu Hanife’nin (rahimehullah) “el-Fıkhu’l-Ekber” adlı akaid risalesinde meseleye yer verdiği düşüncesi, Ebeveyn-i Resul’ün önemini ve tarihi arka planının derinliğini göstermektedir.
Tartışmanın hassasiyeti Hindistan, Mısır, İstanbul gibi ikinci ve üçüncü kuşak ilim merkezlerinde çok sayıda eser telif edilmesine vesile olmuştur.
İlmiye sınıfının hemen her meşrebi konuya duyarlılık göstermiş, Şeyhulislam İbn Kemalpaşa “Risale fî Ebeveyi’n-Nebî” (1), Sufî Alim Abdulahad Nurî Kadızâdeliler’e karşı “Te’dîbu’l-Mutemerridîn”(2) adlı risaleleri kaleme almış, meseleyi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün bir nevi “İsmet”i olarak gören Celâleddin es-Suyutî (v. 911/1505) ise telif ettiği altı risalede Ebeveyn-i Resul’ün ehl-i necât olduğunu delillerle izah etmiştir(3).
Ali el-Karî’nin de içerisinde yer aldığı grup ise Ebeveyn-i Resul’ün cehennemde olduğunu iddia etmektedir. Konu hakkında görüş beyan etmeyip susmayı tercih eden alimler de vardır.
Ebeveyn’in ehl-i necât olduğunu söyleyen alimler kabullerini delillendirirken farklı usuller kullanmış, bir kısmı; Ebeveyn’in Hz. Adem (aleyhisselam)’e kadar bütün atalarının muvahhit, kendilerinin de Hz. İbrahim’den tevarüs eden akide üzere yaşayan “Hanîfler”den olduklarını; diğer bir kısmı ise onların bütün hayatlarını fetret devrinde geçirdiklerini, bu dönemde yaşayan muvahhitlerin ise azap görmeyeceklerini belirtmektedir. Ebeveyn’in dirilip Allah Resulü’ne inandıklarını daha sonra tekrar vefat ettiklerini söyleyenler de vardır(4).
Konu hakkında farklı görüş beyan eden alimler arasında ilmî düzeyde sert tartışmalar olmuştur. Ebeveyn’in uhrevî durumunu Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün müdafaası bağlamında değerlendiren alimlerden Abdulahad Nurî karşıt görüş sahiplerini şu şekilde tenkit etmiştir: “Ey yolunu şaşıran ve insanları yolundan şaşırtanlar! Nasıl oluyor da Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babaları ve annelerinin nikahsız müşrikler olduklarını, dolayısıyla da çocuklarının veled-i zina olduğunu iddia ediyorsunuz. Siz bu konuda farklı tariklerden rivayet edilen, muhaddis ve alimlerin de itimat ettiği sahih hadisleri hiç duymadınız mı? Yine siz, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ‘Ben, ancak İslam nikahıyla/meşru evlilikle dünyaya geldim.’ sözüyle kendisini ona dair uydurduğunuz yalanlardan temizlediğini işitmediniz mi?’ Nitekim Allah Tealâ da ‘Allah ve Resulü müşriklerden berîdir.’ ayet-i kermesiyle O’nu iftiralarınızdan uzak tutmaktadır.(5)”
EHL-İ NECÂT OLMADIKLARINI İDDİA EDENLER VE DELİLLERİ
Ebeveyn-i Resul’ün ehl-i necât olmadığını iddia edenler arasında dikkat çeken en önemli isim şüphesiz ki Ali el-Karî’dir. Ali el-Karî konu ile ilgili müstakil bir risale(6) kaleme almış ve Suyutî’yi tenkit etmiştir. Ayrıca XVII. Yüzyıl Osmanlısı’nda etkin olan Kadızâdeliler hareketi ve Kadızâde Mehmed Efendi çevresinde temerküz eden fikrî-ilmî oluşum, bu görüşün kitle bazında temsilciliğini yürütmüştür. Bunlar Ebeveyn-i Resul’ün cehennemde olduklarını, dolayısıyla diğer müşrikler gibi ilahî aftan mahrum olduklarını iddia etmişlerdir.
Ayetler
Ebeveyn’in ehl-i necât olmadığını iddia edenlerin delil olarak kullandığı Kur’anî naslardan ilki; “(Kafir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra akraba dahi olsalar, müşrikler için Allah’tan af dilemek ne Peygamber’e ne de müminlere yakışır.(7)” mealindeki ayet ile bunun nüzul sebebine ilişkin rivayettir. Farklı nuzül sebepleri yanında ayetin Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün annesi veya Ebû Talib(8) hakkında(9) nazil olduğuna dair de bazı zayıf rivayetler vardır.
Ebeveyn’le ilişkilendirilmeye çalışılan bu ayetin sebeb-i nüzülü ile ilgili sahih rivayetler, söz konusu iddiayı geçersiz kılmaktadır. Hz. Ali (radiyallahu anh) tarikiyle gelen bir rivayet şu şekildedir: Hz. Ali, bir adamın müşrik olan ebeveynine dua ettiğine şahit olunca, ona: “Müşrik olarak ölen ebeveynin için mi istiğfar ediyorsun?” diye sorar. Adam: “Hz. İbrahim müşrik olan babasına istiğfar etti. (Ben neden etmeyeyim?)” deyince Hz. Ali hemen durumu Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne arz eder. Hadise üzerine, yukarıdaki ayet (Tevbe Suresi: 113) nazil olur(10).
Buharî’nin rivayet ettiği hadiste ise ayetin sebeb-i nüzulünün Ebû Talib olduğu belirtilmektedir(11). Nitekim Zeccac da müfessirlerin bu ayetin Ebû Talib hakkında indiği hususunda icma ettiklerini bildirmektedir(12).
Ebeveyn’in ehl-i necât olmadığını kabul edenlerin delil olarak ileri sürdükleri ikinci Kur’anî nass ise; “Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.”(13) ayeti ve bu ayetin nüzul sebebi olduğu iddia edilen, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün “Keşke anam-babam ne yaptılar bilebilseydim.” ifadesidir.(14)
Suyutî, sebeb-i nüzul olarak zikredilen söz konusu hadisi muteber hadis kitaplarının rivayet etmediğini, sadece hadisin bazı tefsirlerde munkatı’ senetle yer aldığını, böyle bir hadisle de istidlal edilemeyeceğini belirtmektedir.(15)
Ebû Hayân; Allah Resulü’nün Ebeveyni’nin durumunu bildiğini, dolayısıyla bu tür bir ifade de bulunmasının akla uzak bir ihtimal olduğunu, ayrıca ayetin siyakının “cehennemlikler”le kastedilenlerin Efendimiz’in risaletini inkar eden Yahudi, Hristiyan ve Müşrik Araplar olduğuna delalet ettiğini söylemektedir.(16)
Ebussuud başta olmak üzere çok sayıda müfessir de ayetin nazmının, ‘Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün Ebeveyni’nin durumunu bilmek istemekten alıkonması” şeklinde yorumlanmasını desteklemediğini ifade etmektedir.(17)
Hadisler
Ebeveynin ehl-i necât olmadığını iddia edenlerin delil olarak ileri sürdükleri hadislerin önemli bir bölümü zayıftır. İmam Suyûti Ebeveyn ile ilgili hadislerden sadece Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün istiğfara izin istemesi ile Müslim’in Enes b. Malik (v. 93/711) yoluyla rivayet ettiği babasının uhrevî durumu ile ilgili hadisin sahih; diğerlerinin ise zayıf olduklarını belirtmektedir.(18) Bu yüzden sahih olduğu düşünülen hadislerle yetinecek ve ulemanın onlarla ilgili görüşlerini tahlil edeceğiz.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babası ile ilgili Enes hadisindeki sahabi, Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, babasının uhrevî durumunu sormuş, Efendimiz de “Baban cehennemdedir.” diye cevap vermiş, adam dönüp giderken Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onu çağırtıp; “Benim babam da senin baban da cehennemdedir.” (19) buyurmuştur. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün annesi Hz. Amine hakkında varit olan diğer hadise göre ise Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etmiş, orada ağlamış, ağlamasıyla etrafındakileri de ağlatmış, bunun üzerine şöyle buyurmuştur: “Rabbimden anneme istiğfarda bulunmak için izin istedim, bana izin vermedi. Kabrini ziyaret etmek için izin istedim, müsaade buyurdu.”(20)
I. Hadislerin Tahlili
1. Allah Resulü’nün Babası’nın Uhrevî Durumu
Öncelikle şu husus bilinmelidir ki; Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının uhrevî konumu ile ilgili Müslim’in (ö. 261/874) Enes b. Malik (radiyallahu anh) tarikiyle rivayet ettiği hadiste geçen “benim ve senin baban cehennemdedir.” lafzında raviler ittifak etmemişlerdir.
Hammad b. Seleme-Sabit-Enes b. Malik silsilesiyle rivayet edilen Müslim hadisinde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün, babasının durumunu soran sahabiye; “Benim babam da senin baban da cehennemdedir.”(21) dediği yer alırken; Ma’mer (v.152/769)-Sabit-Enes tarikiyle gelen hadiste ise; “Benim babam da cehennemdedir.” (22) ifadesi yoktur. Ma’mer tarikiyle rivayet edilen hadiste Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabiyi geri çağırıp; “Bir kafirin kabrine uğradığında ona cehennemi müjdele!” buyurduğu nakledilmektedir. Bu son ifade hiçbir şekilde Ebeveyn’in müşrik olduğuna delalet etmez. Ayrıca Ma’mer yoluyla rivayet edilen bu hadis Hammad tarikiyle gelen ve Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının cehennemde olduğunu bildiren rivayetten daha sağlamdır. Çünkü Hammad, hafızasının zayıf olmasından dolayı muhaddisler tarafından tenkit edilmiştir. Merviyyâtı içerisinde münker hadisler vardır. Bu tür ifadelerin evlatlığı tarafından kitaplarına gizlice sokulduğu da söylenmektedir. Ayrıca Hammad hadis ezberlemez, sadece yazdıklarını rivayet ederdi. Ezberlememesi, evlatlığının hadis mecmuasına eklediği ifadeleri ayıklayamamasına sebep olmuştur. Seçici olamadığından hataya düşmüştür. Bu yüzden Buharî ondan hiç hadis rivayet etmemiştir. Müslim’in de usuldeki rivayetleri Sabit’le sınırlıdır. Hadisin diğer senedinde yer alan Ma’mer’in hıfzı hakkında ise olumsuz kanaat belirtilmemiş, rivayet ettiği hadisler münker görülmemiş, Buhârî de Müslim de ondan rivayette ittifak etmişlerdir. Bu cihetle de ona ait rivayet Hammad’ınkinden daha sağlamdır. Ayrıca Bezzâr, Taberanî ve Beyhâkî’nin, İbrahim b. Sa’d-Zührî-Âmir b. Sa’d-Sa’d b. Ebî Vakkas kanalıyla rivayet ettiği hadis de Ma’mer-Sa’d-Enes b. Malik rivayetiyle aynıdır. Bu durumda Ma’mer kanalıyla gelen rivayete itimat edip onu, diğerine takdim etmek gerekir.(23)
Hammad rivayetinde ravi, hadisi kendi anlayışına göre mana üzere rivayet ederken onda tasarrufta bulunmuştur. Hadisin diğer tarikten gelen ifadelerinde yer almayan “benim babam da senin baban da cehennemdedir.” kısmı muhtemelen ravinin tasarrufu ya da Hammad’ın evlatlığının ilavesidir.
a. Faraziye
Bir an Hammad’ın rivayeti doğru farz edilse, yine de bu hadis Ebeveyn’in kafir olduğuna delalet etmez. Çünkü, cehenneme sadece kafir olanlar girmeyecektir. Günahkar müslümanlar cezalarına göre belli bir dönem cehennemde kalacaktır. Ayrıca cennete gidecekler dahil herkesin üzerinden geçeceği “Sırat Köprüsü” de cehennemin üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla cennetlikler de cehenneme uğrayacaklardır. Nevevî’ye ait şu mutaala da faraziyeyi Ebeveyn lehine desteklemektedir: Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün sahabiye ‘benim babam da senin baban da cehennemdedir.’ şeklinde cevap vermesinin nedeni onun irtidat etmesinden endişelenmesi ve ortak musibetten dolayı iyi BİR muamele olarak onu teselli etmesi içindir.(24) Muhammed b. Bahâuddin (ö.956/1549) de el-Kavlu’l-Fasl adlı el-Fıkhu’l-ekber şerhinde mezkür hadisle alakalı Efendimiz, bu ifadeyle dönüp gelen adamın “kalbini hoşnut etmek ve öfkesini gidermek istemiştir.”(25) demektedir.
Nitekim Sa’d b. Ebî Vakkas kanalıyla gelen hadisin Taberânî ve Beyhakî’ye ait rivayetinde, bedevinin müslüman olduğu belirtilmektedir.(26) İbn Mace’nin benzer lafızlarla rivayet ettiği hadiste de Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasıyla alakalı bir kayıt yer almadığı gibi bedevinin müslüman olduğu nakledilmektedir.(27)
b. Baba Kelimesinin Amca Anlamında Kullanılması
Yine hadis sahih farz edilse de ‘benim babam’ ibaresinde geçen “ebî/babam” kelimesi sahabi için “baba”; Allah Resulü için ise “amca” anlamına gelir. Çünkü naklî deliller sahabinin gönlünü hoş tutmak için ‘ebî/babam’ lafzını kullanan Allah Resulü’nün onunla amcasını kastetmiş olacağına işaret etmektedir. Zira eb/baba kelimesi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile alakalı mutlak olarak kullanıldığında ondan Ebû Talib kastedilmektedir.
Ebû Talib Mekke’deki geleneğe uyarak yetişmesine öncülük ettiği, maişetini sağladığı, koruyup kolladığı yeğenine nisbetle kendini baba olarak görür ve Kureyş içerisinde Efendimiz’in babası olarak bilinirdi. Nitekim Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte Şam’a seyahat ettiğinde Rahib Bahira yanına gelip Efendimiz’i kastederek: “Bu kimdir?” diye sormuş Ebû Talib: “Oğlumdur.” cevabını verince, Bahira: “Bu çocuğun babası hayatta olamaz.” demiştir.
Müşrikler Ebû Talib’e, -Allah Resulü’nün Abdullah’ın oğlu olduğunu bildikleri halde-: “Oğluna söyle! İlahlarımıza hakaret etmekten vazgeçsin.” derlerdi. Yine Ona: “Oğlunu bize ver öldürelim, yerine ise sana (yanlarında mevcut olan kişiyi kastederek) bu çocuğu verelim.” dediklerinde, Amca Ebû Talib: “Size evladımı verecek, onu öldüreceksiniz. Bense buna karşılık sizin çocuğunuzun maişetini temin edeceğim öyle mi?!” diyerek karşı çıkmıştır.(28)
c. Allah Resulü’nün Ataları ve Şirk
Kur’an-ı Kerim; “Şüphesiz müşrikler necistir.” buyurmaktadır. Taharet ile necaset, iman ile küfür bir arada bulunmaz. Buna göre, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının müşrik olamayacağı gibi Hz. Adem’e kadar atalarında da müşrik yoktur. Ataları arasında yer alan ve Hz. İbrahim’in babası olduğu düşünülen Azer’e gelince O, ya bazı müfessirlerin belirttiği gibi Hz. İbrahim’in amcasıdır, (bu durumda atalarında müşrik olduğu iddiası çürütülmüş olur.) ya da “baba” olduğu farz edilen Azer’in küfrü, Hz. İbrahim’in validesinin rahmine düşmesinden sonradır. Zira Azer’in kafir olması Hz. İbrahim’in risaletini izhar etmesinden sonraya tekabül etmektedir. Bu durumda Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün nurunun Azer’den Hz. İbrahim’e intikali esnasında Azer muvahhit olduğundan nesebe şirk bulaşmamış olur.(29) Fahruddin Razî de Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün atalarının müşrik olmadığını, bu durumun Efendimiz’in; “Ben mütemadiyen temiz babaların sulbünden, temiz annelerin rahmine nakloluna geldim.” hadisine aykırı olduğunu belirtmektedir.
Bütün bu deliller göstermektedir ki; Müslim’de yer alan Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının ateşte olduğu ile alakalı kayıt ravinin tasarrufudur.
“Hammad kanalıyla gelen Enes hadisi nasıl terk edilir?” diyenlere; “Sahih bir hadise muarız hadisler var ve onlar çeşitli nedenlerden dolayı tercihe şayan olurlarsa, sahih hadis tevil edilir ve daha üstün olanlar alınır.” ilkesi ile cevap verilir. Ayrıca Müslim’de maktu‘ ve müevvel hadisler olduğu, bazı hadis hafızlarının Sahihayn’da bulunan zaafları derleyen eserler kaleme aldığı da göz ardı edilmemelidir.
2. İstiğfar Hadisi
İbn Şahîn, Hatib el-Bağdadî, Süheylî, el-Muhibbuddin Ahmed et-Taberî, Nasiruddin b. Münir’in de aralarında yer aldığı çok sayıda muhaddis, Ebeveyn’in diriltilip Allah Resulü’nün risaletine iman ettiklerini söylemektedir.(30) Bu görüşte olan alimlere göre Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün annesinin kabrinde istiğfar etmekten men edildiğini bildiren rivayetler ihya hadisiyle nesh edilmiştir.
a. Hadis ve Nesh
Kurtubî de “ihya” hadisi ile “istiğfar”dan men etme rivayetleri arasında bir tearuz olmadığını, çünkü Veda Haccı esnasında varit olan “ihya” hadisinin, Allah Resulü’nün istiğfar etmek için izin istemesinden sonra olduğunu belirtmektedir.(31) Nitekim İbn Şahîn’de “ihya” hadisinin ilgili rivayetlerin nasihi olduğuna dikkat çekmektedir.(32) Ayrıca el-Bağdadî (v. 463/1071) “es-Sabik ve’l-Lâhik”, Darekutnî ve İbn Asakir “Garaib-u Malik” de; “Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ağlayarak kederli bir şekilde Hz. Aişe’nin Hacun’daki çadırına uğraması, daha sonra çadırdan ayrılıp uzun bir müddet geçtikten sonra sevinçli ve mütebessim bir halde geri dönüp; ‘Annemin kabrine gittim Allah Teala’dan onu diriltmesini niyaz ettim. Annemi diriltti, bana iman etti. Tekrar vefat etti.’”(33) şeklindeki hadisinin belirleyici olduğunu söylemektedir. Suyûtî de “ihya” hadisi ile alakalı hadis hafızlarının değerlendirmelerini naklettikten sonra kendi kanaatini şu şekilde beyan eder: “Bu hadis kesinlikle mevzu değildir.”(34) İbn Kemal de Ebeveyn’le alakalı kaleme aldığı risalede ihya hadisinin mevzu olmadığını belirtir.(35)
b. İllet
Suyûtî Allah Resulü’nün annesinin kabrini ziyaretle ilgili hadisin İbn Mesud, İbn Abbas ve Büreyde tarikleriyle gelen üç rivayetinin de illetli olduğunu söylemektedir. Hakim’in rivayet ettiği İbn Mes’ud hadisi ile alakalı Zehebî; “Muhtasaru’l-Müstedrek”de İbn Maîn’in hadis senedinde yer alan Eyüb b. Hani’yi taz’if ettiğini söylemektedir. Ayrıca bu rivayet Buharî başta olmak üzere diğer hadis mecmualarının rivayet ettiği Allah Resulü’nün Ebû Talib için istiğfar etmesi ve sonrasında istiğfardan men eden ayetin inmesi rivayetine de muhaliftir. Taberanî’nin İbn Abbas’tan rivayet ettiği hadisinde iki illeti vardır: Birincisi sahih hadise muhaliftir. İkincisi ise isnadı zayıftır.
İbn Sa’d ve İbn Şahin’in Büreyde’den rivayet ettiği hadis de sahih rivayete muhalif olması ve yanlış bilgi içermesi cihetiyle illetlidir. Zira hadisin rivayet şekillerinde Allah Resulü’nün Mekke’de annesinin kabrini ziyaret ettiği nakledilmektedir. Halbuki Allah Resulü’nün annesinin kabri Mekke’de değil Medine yakınlarında olan Ebva’dadır.(36) Açıkça görüldüğü gibi istiğfar hadisinin bütün rivayetleri illetlidir.
İbn Abidin (rahimehullah) de ihya hadisinin daha sonra varit olduğunu belirtmekte ve “Bir şeyi görüp iman etmek fayda vermezken Ebeveyn’in ölümden sonra dirilip iman etmeleri onlara nasıl fayda verir?” şeklindeki mukadder bir soruya: “Bu durum Allah Teala’nın Efendimiz’e ikram ettiği hususiyetler cümlesindendir.”(37) şeklinde cevap vermektedir. Muhammed Bahauddin de, ibadet ve muamelatla alakalı bazı hükümlerde olduğu gibi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün Şeriatın genel hükümleri dışında şahsıyla alakalı bir takım hususiyetleri haiz olduğunu, Ebeveyn’in diriltilip iman etmelerinin de bu cümleden kabul edilebileceğini belirtmektedir.(38)
Bazı alimler istiğfar ile ihya hadisini cem etmek suretiyle tearuzu ortadan kaldırmaktadırlar. Buna göre, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) manevi dereceler itibariyle sürekli yücelmiştir. Efendimiz önceden sahip olmadığı makama yücelince ihya hadisesi gerçekleşmiştir.(39)
c. Faraziye
İstiğfar hadisinin nesh edilmediği farz edilse dahi hiçbir karine Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün validesinin müşrik olduğuna işaret etmez. Çünkü istiğfar, kişinin günah ve ma’siyetten dolayı ceza görmemesi için Cenab-ı Hak’a müracaat etmesidir. Cahiliyye devrinde yaşayan ve oğlunun risaletini göremeyen bir annede ne tür bir kusur tahayyül edilmektedir ki, bununla cezalandırılma imkan ve ihtimalinden dolayı kendisi için istiğfar gerekli olsun? Bu yüzdendir ki Allah Azze ve Celle Onun adına istiğfarı gerekli görmemiş ve yalnız ziyaret edilmesine müsaade etmiştir.
d. Allah Resulü’nün Anne Hasreti
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün validesinin kabri başında ağlaması da, onun şirk ve ma’siyetten dolayı azab gördüğüne işaret etmez. Bu hususta ilk akla gelen Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün, Onu dünyaya getiren, besleyip, büyüten annesinin saadet günlerini görememesinden müteessir olmasıdır.(40) Nitekim Hz. Ömer (radiyallahu anh)’in Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne “Niçin bu kadar çok ağlıyorsunuz?” diye sorması üzerine, Efendimiz’in “Anneme karşı gönlümde oluşan derin tehassür sebebiyle” ağladığını belirtmesi bu hükmü teyit etmektedir.
f. İhya Hadisi İle Amel Etmeyen Alimler
İhya hadisini sahih kabul etmediklerinden dolayı Ebeveyn’in diriltilip Allah Resulü’ne iman etmiş olmalarına itibar etmeyen alimler, Müslim ve benzeri imamların rivayet ettikleri hadisleri zahiri halleri üzere bırakıp, nesh veya te’vil gibi iddialarla onları reddetmemişler; fakat Ebeveyn’in müşrik olduğunu söylemeyi de caiz görmemişlerdir. Onlara göre Ebeveyn’in cehennemlik olduğunu iddia etmek Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne eza verecektir. Nitekim Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ölülere söverek dirilere eza etmeyiniz.” buyurmaktadır. Ona eza edenlerle alakalı Cenab-ı Hak da şöyle buyurmaktadır: “Allah ve Resulünü incitenlere Allah dünyada ve ahirette lanet etmiştir.”(41) Ebû Bekir b. el-Arabi: “Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün atalarını cehennemde olduğunu iddia edenlerin melun olduklarını ifade etmektedir.(42)
İbn Abidin (rahimehullah) ihya hadisinin Taberanî, Ebu Nuaym ve İbn Asâkir’in: “Ben nikahtan meydana geldim. Adem’den ebeveynime gelinceye kadar nesebime zina bulaşmadı(43). Cahiliyye zinasından bana hiçbir şey isabet etmedi.”(44) şeklinde rivayet ettikleri hadisin delaletiyle daha umumi bir boyut kazandığını belirtmektedir. Ona göre Ebeveynin vefat ettikten sonra diriltilmeleri inkar devrinde nikahın olmasına aykırı değildir.(45) Yani ihya sadece “Risalete iman” ile alakalıdır.
Hadisle alakalı muhtemel manaların hiç biri, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün validesi için istiğfar etmekten men edilmesinin Hz. Amine’nin küfrüne delalet ettiğini desteklemez.
Ebeveyn-i Resul’ün (Allah Resulü’nün anne-babası) dinî durumu –özellikle- müctehid imamlar devrinden itibaren tartışılan bir konu olmuştur. Konu ile ilgili ayet ve hadislerin açıklamalarında müfessir ve şarihlerin görüş belirtmeleri, Ebu Hanife’nin (rahimehullah) “el-Fıkhu’l-Ekber” adlı akaid risalesinde meseleye yer verdiği düşüncesi, Ebeveyn-i Resul’ün önemini ve tarihi arka planının derinliğini göstermektedir.
Tartışmanın hassasiyeti Hindistan, Mısır, İstanbul gibi ikinci ve üçüncü kuşak ilim merkezlerinde çok sayıda eser telif edilmesine vesile olmuştur.
İlmiye sınıfının hemen her meşrebi konuya duyarlılık göstermiş, Şeyhulislam İbn Kemalpaşa “Risale fî Ebeveyi’n-Nebî” (1), Sufî Alim Abdulahad Nurî Kadızâdeliler’e karşı “Te’dîbu’l-Mutemerridîn”(2) adlı risaleleri kaleme almış, meseleyi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün bir nevi “İsmet”i olarak gören Celâleddin es-Suyutî (v. 911/1505) ise telif ettiği altı risalede Ebeveyn-i Resul’ün ehl-i necât olduğunu delillerle izah etmiştir(3).
Ali el-Karî’nin de içerisinde yer aldığı grup ise Ebeveyn-i Resul’ün cehennemde olduğunu iddia etmektedir. Konu hakkında görüş beyan etmeyip susmayı tercih eden alimler de vardır.
Ebeveyn’in ehl-i necât olduğunu söyleyen alimler kabullerini delillendirirken farklı usuller kullanmış, bir kısmı; Ebeveyn’in Hz. Adem (aleyhisselam)’e kadar bütün atalarının muvahhit, kendilerinin de Hz. İbrahim’den tevarüs eden akide üzere yaşayan “Hanîfler”den olduklarını; diğer bir kısmı ise onların bütün hayatlarını fetret devrinde geçirdiklerini, bu dönemde yaşayan muvahhitlerin ise azap görmeyeceklerini belirtmektedir. Ebeveyn’in dirilip Allah Resulü’ne inandıklarını daha sonra tekrar vefat ettiklerini söyleyenler de vardır(4).
Konu hakkında farklı görüş beyan eden alimler arasında ilmî düzeyde sert tartışmalar olmuştur. Ebeveyn’in uhrevî durumunu Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün müdafaası bağlamında değerlendiren alimlerden Abdulahad Nurî karşıt görüş sahiplerini şu şekilde tenkit etmiştir: “Ey yolunu şaşıran ve insanları yolundan şaşırtanlar! Nasıl oluyor da Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babaları ve annelerinin nikahsız müşrikler olduklarını, dolayısıyla da çocuklarının veled-i zina olduğunu iddia ediyorsunuz. Siz bu konuda farklı tariklerden rivayet edilen, muhaddis ve alimlerin de itimat ettiği sahih hadisleri hiç duymadınız mı? Yine siz, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ‘Ben, ancak İslam nikahıyla/meşru evlilikle dünyaya geldim.’ sözüyle kendisini ona dair uydurduğunuz yalanlardan temizlediğini işitmediniz mi?’ Nitekim Allah Tealâ da ‘Allah ve Resulü müşriklerden berîdir.’ ayet-i kermesiyle O’nu iftiralarınızdan uzak tutmaktadır.(5)”
EHL-İ NECÂT OLMADIKLARINI İDDİA EDENLER VE DELİLLERİ
Ebeveyn-i Resul’ün ehl-i necât olmadığını iddia edenler arasında dikkat çeken en önemli isim şüphesiz ki Ali el-Karî’dir. Ali el-Karî konu ile ilgili müstakil bir risale(6) kaleme almış ve Suyutî’yi tenkit etmiştir. Ayrıca XVII. Yüzyıl Osmanlısı’nda etkin olan Kadızâdeliler hareketi ve Kadızâde Mehmed Efendi çevresinde temerküz eden fikrî-ilmî oluşum, bu görüşün kitle bazında temsilciliğini yürütmüştür. Bunlar Ebeveyn-i Resul’ün cehennemde olduklarını, dolayısıyla diğer müşrikler gibi ilahî aftan mahrum olduklarını iddia etmişlerdir.
Ayetler
Ebeveyn’in ehl-i necât olmadığını iddia edenlerin delil olarak kullandığı Kur’anî naslardan ilki; “(Kafir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra akraba dahi olsalar, müşrikler için Allah’tan af dilemek ne Peygamber’e ne de müminlere yakışır.(7)” mealindeki ayet ile bunun nüzul sebebine ilişkin rivayettir. Farklı nuzül sebepleri yanında ayetin Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün annesi veya Ebû Talib(8) hakkında(9) nazil olduğuna dair de bazı zayıf rivayetler vardır.
Ebeveyn’le ilişkilendirilmeye çalışılan bu ayetin sebeb-i nüzülü ile ilgili sahih rivayetler, söz konusu iddiayı geçersiz kılmaktadır. Hz. Ali (radiyallahu anh) tarikiyle gelen bir rivayet şu şekildedir: Hz. Ali, bir adamın müşrik olan ebeveynine dua ettiğine şahit olunca, ona: “Müşrik olarak ölen ebeveynin için mi istiğfar ediyorsun?” diye sorar. Adam: “Hz. İbrahim müşrik olan babasına istiğfar etti. (Ben neden etmeyeyim?)” deyince Hz. Ali hemen durumu Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne arz eder. Hadise üzerine, yukarıdaki ayet (Tevbe Suresi: 113) nazil olur(10).
Buharî’nin rivayet ettiği hadiste ise ayetin sebeb-i nüzulünün Ebû Talib olduğu belirtilmektedir(11). Nitekim Zeccac da müfessirlerin bu ayetin Ebû Talib hakkında indiği hususunda icma ettiklerini bildirmektedir(12).
Ebeveyn’in ehl-i necât olmadığını kabul edenlerin delil olarak ileri sürdükleri ikinci Kur’anî nass ise; “Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.”(13) ayeti ve bu ayetin nüzul sebebi olduğu iddia edilen, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün “Keşke anam-babam ne yaptılar bilebilseydim.” ifadesidir.(14)
Suyutî, sebeb-i nüzul olarak zikredilen söz konusu hadisi muteber hadis kitaplarının rivayet etmediğini, sadece hadisin bazı tefsirlerde munkatı’ senetle yer aldığını, böyle bir hadisle de istidlal edilemeyeceğini belirtmektedir.(15)
Ebû Hayân; Allah Resulü’nün Ebeveyni’nin durumunu bildiğini, dolayısıyla bu tür bir ifade de bulunmasının akla uzak bir ihtimal olduğunu, ayrıca ayetin siyakının “cehennemlikler”le kastedilenlerin Efendimiz’in risaletini inkar eden Yahudi, Hristiyan ve Müşrik Araplar olduğuna delalet ettiğini söylemektedir.(16)
Ebussuud başta olmak üzere çok sayıda müfessir de ayetin nazmının, ‘Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün Ebeveyni’nin durumunu bilmek istemekten alıkonması” şeklinde yorumlanmasını desteklemediğini ifade etmektedir.(17)
Hadisler
Ebeveynin ehl-i necât olmadığını iddia edenlerin delil olarak ileri sürdükleri hadislerin önemli bir bölümü zayıftır. İmam Suyûti Ebeveyn ile ilgili hadislerden sadece Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün istiğfara izin istemesi ile Müslim’in Enes b. Malik (v. 93/711) yoluyla rivayet ettiği babasının uhrevî durumu ile ilgili hadisin sahih; diğerlerinin ise zayıf olduklarını belirtmektedir.(18) Bu yüzden sahih olduğu düşünülen hadislerle yetinecek ve ulemanın onlarla ilgili görüşlerini tahlil edeceğiz.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babası ile ilgili Enes hadisindeki sahabi, Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, babasının uhrevî durumunu sormuş, Efendimiz de “Baban cehennemdedir.” diye cevap vermiş, adam dönüp giderken Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onu çağırtıp; “Benim babam da senin baban da cehennemdedir.” (19) buyurmuştur. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün annesi Hz. Amine hakkında varit olan diğer hadise göre ise Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etmiş, orada ağlamış, ağlamasıyla etrafındakileri de ağlatmış, bunun üzerine şöyle buyurmuştur: “Rabbimden anneme istiğfarda bulunmak için izin istedim, bana izin vermedi. Kabrini ziyaret etmek için izin istedim, müsaade buyurdu.”(20)
I. Hadislerin Tahlili
1. Allah Resulü’nün Babası’nın Uhrevî Durumu
Öncelikle şu husus bilinmelidir ki; Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının uhrevî konumu ile ilgili Müslim’in (ö. 261/874) Enes b. Malik (radiyallahu anh) tarikiyle rivayet ettiği hadiste geçen “benim ve senin baban cehennemdedir.” lafzında raviler ittifak etmemişlerdir.
Hammad b. Seleme-Sabit-Enes b. Malik silsilesiyle rivayet edilen Müslim hadisinde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün, babasının durumunu soran sahabiye; “Benim babam da senin baban da cehennemdedir.”(21) dediği yer alırken; Ma’mer (v.152/769)-Sabit-Enes tarikiyle gelen hadiste ise; “Benim babam da cehennemdedir.” (22) ifadesi yoktur. Ma’mer tarikiyle rivayet edilen hadiste Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabiyi geri çağırıp; “Bir kafirin kabrine uğradığında ona cehennemi müjdele!” buyurduğu nakledilmektedir. Bu son ifade hiçbir şekilde Ebeveyn’in müşrik olduğuna delalet etmez. Ayrıca Ma’mer yoluyla rivayet edilen bu hadis Hammad tarikiyle gelen ve Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının cehennemde olduğunu bildiren rivayetten daha sağlamdır. Çünkü Hammad, hafızasının zayıf olmasından dolayı muhaddisler tarafından tenkit edilmiştir. Merviyyâtı içerisinde münker hadisler vardır. Bu tür ifadelerin evlatlığı tarafından kitaplarına gizlice sokulduğu da söylenmektedir. Ayrıca Hammad hadis ezberlemez, sadece yazdıklarını rivayet ederdi. Ezberlememesi, evlatlığının hadis mecmuasına eklediği ifadeleri ayıklayamamasına sebep olmuştur. Seçici olamadığından hataya düşmüştür. Bu yüzden Buharî ondan hiç hadis rivayet etmemiştir. Müslim’in de usuldeki rivayetleri Sabit’le sınırlıdır. Hadisin diğer senedinde yer alan Ma’mer’in hıfzı hakkında ise olumsuz kanaat belirtilmemiş, rivayet ettiği hadisler münker görülmemiş, Buhârî de Müslim de ondan rivayette ittifak etmişlerdir. Bu cihetle de ona ait rivayet Hammad’ınkinden daha sağlamdır. Ayrıca Bezzâr, Taberanî ve Beyhâkî’nin, İbrahim b. Sa’d-Zührî-Âmir b. Sa’d-Sa’d b. Ebî Vakkas kanalıyla rivayet ettiği hadis de Ma’mer-Sa’d-Enes b. Malik rivayetiyle aynıdır. Bu durumda Ma’mer kanalıyla gelen rivayete itimat edip onu, diğerine takdim etmek gerekir.(23)
Hammad rivayetinde ravi, hadisi kendi anlayışına göre mana üzere rivayet ederken onda tasarrufta bulunmuştur. Hadisin diğer tarikten gelen ifadelerinde yer almayan “benim babam da senin baban da cehennemdedir.” kısmı muhtemelen ravinin tasarrufu ya da Hammad’ın evlatlığının ilavesidir.
a. Faraziye
Bir an Hammad’ın rivayeti doğru farz edilse, yine de bu hadis Ebeveyn’in kafir olduğuna delalet etmez. Çünkü, cehenneme sadece kafir olanlar girmeyecektir. Günahkar müslümanlar cezalarına göre belli bir dönem cehennemde kalacaktır. Ayrıca cennete gidecekler dahil herkesin üzerinden geçeceği “Sırat Köprüsü” de cehennemin üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla cennetlikler de cehenneme uğrayacaklardır. Nevevî’ye ait şu mutaala da faraziyeyi Ebeveyn lehine desteklemektedir: Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün sahabiye ‘benim babam da senin baban da cehennemdedir.’ şeklinde cevap vermesinin nedeni onun irtidat etmesinden endişelenmesi ve ortak musibetten dolayı iyi BİR muamele olarak onu teselli etmesi içindir.(24) Muhammed b. Bahâuddin (ö.956/1549) de el-Kavlu’l-Fasl adlı el-Fıkhu’l-ekber şerhinde mezkür hadisle alakalı Efendimiz, bu ifadeyle dönüp gelen adamın “kalbini hoşnut etmek ve öfkesini gidermek istemiştir.”(25) demektedir.
Nitekim Sa’d b. Ebî Vakkas kanalıyla gelen hadisin Taberânî ve Beyhakî’ye ait rivayetinde, bedevinin müslüman olduğu belirtilmektedir.(26) İbn Mace’nin benzer lafızlarla rivayet ettiği hadiste de Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasıyla alakalı bir kayıt yer almadığı gibi bedevinin müslüman olduğu nakledilmektedir.(27)
b. Baba Kelimesinin Amca Anlamında Kullanılması
Yine hadis sahih farz edilse de ‘benim babam’ ibaresinde geçen “ebî/babam” kelimesi sahabi için “baba”; Allah Resulü için ise “amca” anlamına gelir. Çünkü naklî deliller sahabinin gönlünü hoş tutmak için ‘ebî/babam’ lafzını kullanan Allah Resulü’nün onunla amcasını kastetmiş olacağına işaret etmektedir. Zira eb/baba kelimesi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile alakalı mutlak olarak kullanıldığında ondan Ebû Talib kastedilmektedir.
Ebû Talib Mekke’deki geleneğe uyarak yetişmesine öncülük ettiği, maişetini sağladığı, koruyup kolladığı yeğenine nisbetle kendini baba olarak görür ve Kureyş içerisinde Efendimiz’in babası olarak bilinirdi. Nitekim Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte Şam’a seyahat ettiğinde Rahib Bahira yanına gelip Efendimiz’i kastederek: “Bu kimdir?” diye sormuş Ebû Talib: “Oğlumdur.” cevabını verince, Bahira: “Bu çocuğun babası hayatta olamaz.” demiştir.
Müşrikler Ebû Talib’e, -Allah Resulü’nün Abdullah’ın oğlu olduğunu bildikleri halde-: “Oğluna söyle! İlahlarımıza hakaret etmekten vazgeçsin.” derlerdi. Yine Ona: “Oğlunu bize ver öldürelim, yerine ise sana (yanlarında mevcut olan kişiyi kastederek) bu çocuğu verelim.” dediklerinde, Amca Ebû Talib: “Size evladımı verecek, onu öldüreceksiniz. Bense buna karşılık sizin çocuğunuzun maişetini temin edeceğim öyle mi?!” diyerek karşı çıkmıştır.(28)
c. Allah Resulü’nün Ataları ve Şirk
Kur’an-ı Kerim; “Şüphesiz müşrikler necistir.” buyurmaktadır. Taharet ile necaset, iman ile küfür bir arada bulunmaz. Buna göre, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının müşrik olamayacağı gibi Hz. Adem’e kadar atalarında da müşrik yoktur. Ataları arasında yer alan ve Hz. İbrahim’in babası olduğu düşünülen Azer’e gelince O, ya bazı müfessirlerin belirttiği gibi Hz. İbrahim’in amcasıdır, (bu durumda atalarında müşrik olduğu iddiası çürütülmüş olur.) ya da “baba” olduğu farz edilen Azer’in küfrü, Hz. İbrahim’in validesinin rahmine düşmesinden sonradır. Zira Azer’in kafir olması Hz. İbrahim’in risaletini izhar etmesinden sonraya tekabül etmektedir. Bu durumda Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün nurunun Azer’den Hz. İbrahim’e intikali esnasında Azer muvahhit olduğundan nesebe şirk bulaşmamış olur.(29) Fahruddin Razî de Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün atalarının müşrik olmadığını, bu durumun Efendimiz’in; “Ben mütemadiyen temiz babaların sulbünden, temiz annelerin rahmine nakloluna geldim.” hadisine aykırı olduğunu belirtmektedir.
Bütün bu deliller göstermektedir ki; Müslim’de yer alan Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün babasının ateşte olduğu ile alakalı kayıt ravinin tasarrufudur.
“Hammad kanalıyla gelen Enes hadisi nasıl terk edilir?” diyenlere; “Sahih bir hadise muarız hadisler var ve onlar çeşitli nedenlerden dolayı tercihe şayan olurlarsa, sahih hadis tevil edilir ve daha üstün olanlar alınır.” ilkesi ile cevap verilir. Ayrıca Müslim’de maktu‘ ve müevvel hadisler olduğu, bazı hadis hafızlarının Sahihayn’da bulunan zaafları derleyen eserler kaleme aldığı da göz ardı edilmemelidir.
2. İstiğfar Hadisi
İbn Şahîn, Hatib el-Bağdadî, Süheylî, el-Muhibbuddin Ahmed et-Taberî, Nasiruddin b. Münir’in de aralarında yer aldığı çok sayıda muhaddis, Ebeveyn’in diriltilip Allah Resulü’nün risaletine iman ettiklerini söylemektedir.(30) Bu görüşte olan alimlere göre Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün annesinin kabrinde istiğfar etmekten men edildiğini bildiren rivayetler ihya hadisiyle nesh edilmiştir.
a. Hadis ve Nesh
Kurtubî de “ihya” hadisi ile “istiğfar”dan men etme rivayetleri arasında bir tearuz olmadığını, çünkü Veda Haccı esnasında varit olan “ihya” hadisinin, Allah Resulü’nün istiğfar etmek için izin istemesinden sonra olduğunu belirtmektedir.(31) Nitekim İbn Şahîn’de “ihya” hadisinin ilgili rivayetlerin nasihi olduğuna dikkat çekmektedir.(32) Ayrıca el-Bağdadî (v. 463/1071) “es-Sabik ve’l-Lâhik”, Darekutnî ve İbn Asakir “Garaib-u Malik” de; “Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ağlayarak kederli bir şekilde Hz. Aişe’nin Hacun’daki çadırına uğraması, daha sonra çadırdan ayrılıp uzun bir müddet geçtikten sonra sevinçli ve mütebessim bir halde geri dönüp; ‘Annemin kabrine gittim Allah Teala’dan onu diriltmesini niyaz ettim. Annemi diriltti, bana iman etti. Tekrar vefat etti.’”(33) şeklindeki hadisinin belirleyici olduğunu söylemektedir. Suyûtî de “ihya” hadisi ile alakalı hadis hafızlarının değerlendirmelerini naklettikten sonra kendi kanaatini şu şekilde beyan eder: “Bu hadis kesinlikle mevzu değildir.”(34) İbn Kemal de Ebeveyn’le alakalı kaleme aldığı risalede ihya hadisinin mevzu olmadığını belirtir.(35)
b. İllet
Suyûtî Allah Resulü’nün annesinin kabrini ziyaretle ilgili hadisin İbn Mesud, İbn Abbas ve Büreyde tarikleriyle gelen üç rivayetinin de illetli olduğunu söylemektedir. Hakim’in rivayet ettiği İbn Mes’ud hadisi ile alakalı Zehebî; “Muhtasaru’l-Müstedrek”de İbn Maîn’in hadis senedinde yer alan Eyüb b. Hani’yi taz’if ettiğini söylemektedir. Ayrıca bu rivayet Buharî başta olmak üzere diğer hadis mecmualarının rivayet ettiği Allah Resulü’nün Ebû Talib için istiğfar etmesi ve sonrasında istiğfardan men eden ayetin inmesi rivayetine de muhaliftir. Taberanî’nin İbn Abbas’tan rivayet ettiği hadisinde iki illeti vardır: Birincisi sahih hadise muhaliftir. İkincisi ise isnadı zayıftır.
İbn Sa’d ve İbn Şahin’in Büreyde’den rivayet ettiği hadis de sahih rivayete muhalif olması ve yanlış bilgi içermesi cihetiyle illetlidir. Zira hadisin rivayet şekillerinde Allah Resulü’nün Mekke’de annesinin kabrini ziyaret ettiği nakledilmektedir. Halbuki Allah Resulü’nün annesinin kabri Mekke’de değil Medine yakınlarında olan Ebva’dadır.(36) Açıkça görüldüğü gibi istiğfar hadisinin bütün rivayetleri illetlidir.
İbn Abidin (rahimehullah) de ihya hadisinin daha sonra varit olduğunu belirtmekte ve “Bir şeyi görüp iman etmek fayda vermezken Ebeveyn’in ölümden sonra dirilip iman etmeleri onlara nasıl fayda verir?” şeklindeki mukadder bir soruya: “Bu durum Allah Teala’nın Efendimiz’e ikram ettiği hususiyetler cümlesindendir.”(37) şeklinde cevap vermektedir. Muhammed Bahauddin de, ibadet ve muamelatla alakalı bazı hükümlerde olduğu gibi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün Şeriatın genel hükümleri dışında şahsıyla alakalı bir takım hususiyetleri haiz olduğunu, Ebeveyn’in diriltilip iman etmelerinin de bu cümleden kabul edilebileceğini belirtmektedir.(38)
Bazı alimler istiğfar ile ihya hadisini cem etmek suretiyle tearuzu ortadan kaldırmaktadırlar. Buna göre, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) manevi dereceler itibariyle sürekli yücelmiştir. Efendimiz önceden sahip olmadığı makama yücelince ihya hadisesi gerçekleşmiştir.(39)
c. Faraziye
İstiğfar hadisinin nesh edilmediği farz edilse dahi hiçbir karine Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün validesinin müşrik olduğuna işaret etmez. Çünkü istiğfar, kişinin günah ve ma’siyetten dolayı ceza görmemesi için Cenab-ı Hak’a müracaat etmesidir. Cahiliyye devrinde yaşayan ve oğlunun risaletini göremeyen bir annede ne tür bir kusur tahayyül edilmektedir ki, bununla cezalandırılma imkan ve ihtimalinden dolayı kendisi için istiğfar gerekli olsun? Bu yüzdendir ki Allah Azze ve Celle Onun adına istiğfarı gerekli görmemiş ve yalnız ziyaret edilmesine müsaade etmiştir.
d. Allah Resulü’nün Anne Hasreti
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün validesinin kabri başında ağlaması da, onun şirk ve ma’siyetten dolayı azab gördüğüne işaret etmez. Bu hususta ilk akla gelen Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün, Onu dünyaya getiren, besleyip, büyüten annesinin saadet günlerini görememesinden müteessir olmasıdır.(40) Nitekim Hz. Ömer (radiyallahu anh)’in Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne “Niçin bu kadar çok ağlıyorsunuz?” diye sorması üzerine, Efendimiz’in “Anneme karşı gönlümde oluşan derin tehassür sebebiyle” ağladığını belirtmesi bu hükmü teyit etmektedir.
f. İhya Hadisi İle Amel Etmeyen Alimler
İhya hadisini sahih kabul etmediklerinden dolayı Ebeveyn’in diriltilip Allah Resulü’ne iman etmiş olmalarına itibar etmeyen alimler, Müslim ve benzeri imamların rivayet ettikleri hadisleri zahiri halleri üzere bırakıp, nesh veya te’vil gibi iddialarla onları reddetmemişler; fakat Ebeveyn’in müşrik olduğunu söylemeyi de caiz görmemişlerdir. Onlara göre Ebeveyn’in cehennemlik olduğunu iddia etmek Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne eza verecektir. Nitekim Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ölülere söverek dirilere eza etmeyiniz.” buyurmaktadır. Ona eza edenlerle alakalı Cenab-ı Hak da şöyle buyurmaktadır: “Allah ve Resulünü incitenlere Allah dünyada ve ahirette lanet etmiştir.”(41) Ebû Bekir b. el-Arabi: “Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün atalarını cehennemde olduğunu iddia edenlerin melun olduklarını ifade etmektedir.(42)
İbn Abidin (rahimehullah) ihya hadisinin Taberanî, Ebu Nuaym ve İbn Asâkir’in: “Ben nikahtan meydana geldim. Adem’den ebeveynime gelinceye kadar nesebime zina bulaşmadı(43). Cahiliyye zinasından bana hiçbir şey isabet etmedi.”(44) şeklinde rivayet ettikleri hadisin delaletiyle daha umumi bir boyut kazandığını belirtmektedir. Ona göre Ebeveynin vefat ettikten sonra diriltilmeleri inkar devrinde nikahın olmasına aykırı değildir.(45) Yani ihya sadece “Risalete iman” ile alakalıdır.
Hadisle alakalı muhtemel manaların hiç biri, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün validesi için istiğfar etmekten men edilmesinin Hz. Amine’nin küfrüne delalet ettiğini desteklemez.